Aylak Bi̇r Adamın Gözünden Hayat: Aylak Adam Romanı Üzeri̇ne
17 Eylül 2022Rumeysa Türkmen
Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam (Can Yayınları, 2021) isimli romanı; kış, ilkyaz, yaz ve güz olmak üzere dört bölümden oluşur. Her bölümde, bölüm isimlerinden de anlaşılacağı üzere mevsimin etkileri ve yarattığı döngü hissedilir. Roman, Bâki’nin “Mufassal kıssa anlatırsın garip efsane söylersin.” beytiyle başlar (Atılgan, 2021, s. 13). Döneminin modernist romancılarından biri olan Atılgan’ın Osmanlı şiirinden bir beyit kullanması romanın doğrudan modernizmle ilişkilendirebileceğini gösterir (Tunç, 2018, s. 68). Beyitte öğüt veren bir hikâyenin anlatıldıkça efsaneye dönüşmesi anlamı vardır. Bu bağlamda romanın başlangıcında görülen bu söz, baş karakter olan C.’nin hikâyesinin bir efsaneye dönüşüp döneminden farklı bir roman ortaya çıkaracağını gösterir. Roman boyunca C.’nin düşüncelerinde gezilir, aradığı şeyi okur da arar. Metropolleşen bir kentin sokaklarında varlığını sorgulayan, kendine yabancılaşan ve sürekli “o” kadını arayan karakterde flâneur özellikleri görülebilir. Bunun yansıtılış şeklinde bilinçaltı akış tekniğinin kullanılmış olması, kahramanın hayatı nasıl algıladığını derin bir şekilde hissettirir (Özkaya, 2019, s. 380). Bu çalışmada C. karakterinin derin bir analizini, flâneur kavramı öyküsüyle karşılaştırılmasını ve son olarak kahramanın kadınlarla olan ilişkisini çok yönlü bir şekilde ele alacağım.
Öncelikle C.’yi anlamak gerekir. Bu karakter metropolleşen İstanbul’un rutinleşen hayatlarından, insanlarından sıkılmıştır. Birbirine benzemek düşüncesinden kaçar. Yolda yürürken aynı yüz ifadesine sahip, ruhsuz insanlardan yakınır; insanların “ötekileştirilme” korkusundan da dertlidir. C.’nin bu tutumu kitabın birçok yerinde hissedilir. Sokakta resim yapmaktan çekinen daha doğrusu alay konusu olmaktan korkan arkadaşlarına şöyle der: “Oysa bir başlasanız alışacak hepsi; bir gün yaptığınız resme merakla bakan bir haylaz oğlandan başka kimse görmeyecek sizi. Çekinmeyin.” (Atılgan, 2021, s. 20). Burada da görüldüğü gibi C. başkalarının düşüncelerini bu kadar önemseyen insanlardan sıkılmıştır. Yaşadığı şehir gitgide birbirine benzeyen insanlarla dolmaktadır. Zihninden sürekli bu monotonluktan nasıl uzaklaşılacağına dair fikirler geçer. Bu nedenle kendini diğer insanlardan farklı bir konumda görür. Hatta bazen de ürettiği çözümlere inanası gelmez ve düşündüğü şeye sesli güler. “Duraktakiler dönüp baktılar (…) Sokakta kendi kendine gülünemeyeceğini bilmeyen yoktu.” (Atılgan, 2021, s. 24). Bu gülüş bile toplumda garipsenir ve C. kendi kısır döngüsünde bulur yine kendini. Oysa garip olan neydi, kim belirlemişti bu kuralları? Bu sorular var oluşun temel sorunlarıdır (Balcı, 2017, s. 34). Bu bağlamda C. için var oluşunu sorgulayan ve değer katma arayışı olan bir karakter niteliğine sahip olduğu söylenebilir.
Anlatıcının bu romanda göze çarpan ve kendisinin oluşturduğu tanımları vardır. Baş karakter C. bu tanımlardan yararlanarak aktarmak istediğini daha derin bir şekilde hissettirir. Bunlardan birine “sinemadan çıkmış kişi” örnek olarak gösterilebilir. “Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.” (Atılgan, 2021, s. 24). Ona göre sinemadan çıkmış kişi salt çıkarını düşünmez, zihni açıktır, hayata daha geniş çerçeveden bakar. Hatta tüm insanları sinemaya sokup onları kurtarabileceğini de düşünür. Ancak olmayacağını bilir, çünkü sinemadan çıkar çıkmaz insanlar C.’nin içindeki “sinemadan çıkmış kişi”yi öldürmüştür bile. Sinemaya böyle bir anlam yüklemesi C. hakkında bize birtakım bilgiler verir. Filmleri seviyordur. Belki de onu diğerlerinden farklı kılan da budur. Sinemaya gittiğinde iyi filmden anlar, çıktığında üzerine düşünebilir. Düşünebiliyor olması ve gözlemlediği kişilerin sorgulamadan hayatı yaşamalarından yakınması da buna bağlı olabilir. Ancak bir filmi izledikten sonra detaylarında kaybolabiliyorsan çıktığında hayata farklı anlamlar yükleyebilirsin. Bu nedenle “sinemadan çıkmış kişi” umut vadeder. Bunun yanında ‘kuyara’ ve ‘adako’ tanımları geçer. Kumda yatma rahatlığı anlamına gelen ilk tanım için şunu söyler: “Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek.” (Atılgan, 2021, s. 160). Bunu karşılaştığı kadınlardan biri olan Güler için düşünür. Güler’den vazgeçme sebebi de budur; onun düşünmeden hayatı yaşaması ve ailesine olan bağlılığıyla birlikte sahip olduğu beylik düşünceler C.’ye oldukça uzaktır. Bunun sebebi C.’nin kendisini adako -ağaç dalı kompleksi- olarak tanımlamasıdır. “İnsanlar ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu adako’yu da budarlar. Onu gövdeden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz. Asi daldır o. Ayrılır. Balta işlemez ona.” (Atılgan, 2021, s. 161). Buradan anlaşılacağı üzere C. kalıplar içine girmekten kaçınır ve böyle kadınlarla da beraber olmaz istemez. Romandaki bu tanımlar sayesinde C.’nin gerçekten de düşünce yapısı olarak çağının dışında olduğunu söyleyebiliriz. Bunun nedeni, kitapta bahsedildiği üzere insanların birçoğunun kuyara olarak nitelendirilmesidir. C. de tam olarak insanlardaki bu tutuma tepkilidir. Düşünmeden hayatı yaşayan insanların aksine C. sorgulayan bir karakterdir. Bu da onun çağının ötesinde olduğunun bir göstergesidir.
Bir diğer nokta ise Aylak Adam’ın C.’sinin flâneur özelliği taşıyıp taşımaması üzerine yapılan tartışmalardır. Birçok yazıda flâneur olduğuna dair kanıtlar sunulmuştur (Tunç, 2018, s. 69). Abasıyanık’ın Lüzumsuz Adam (İş Bankası Yayınları, 2017) kitabında yer verdiği “Lüzumsuz Adam” öyküsüne bakıldığında kahramanın yaşadığı yerde kendini evinde gibi hissettiği görülür. Geçtiği sokaklar, mahalle esnafı, bildik suratlar ona huzur verir:
Mahalle gene ne olsa mahalledir. Benim dükkân yanabilir, aç da kalabilirim. Ama bana öyle gelir ki, şu öğleleri limonlu terbiyeli işkembe çorbasını içtiğim işkembeci beni ölünceye kadar besleyecek. Portakalcı Salomon çürük portakalları Yahudi çocuklarına nasıl dağıtıyorsa, ben geçerken de iki tane avcuma koyacak. (Abasıyanık, 2017, s. 9)
Burada da görüldüğü gibi mahalle onun evi gibidir. Buna ek olarak yaşadığı çevreyi iyi betimler ve okura da aynı sokaklardan, mekânlardan geçiyormuş hissiyatı verir. Walter Benjamin’e (1995) göre cadde, flâneur için konuta dönüşür ve flâneur bina cepheleri arasında evinde olduğunu duyumsar. Bu açıdan bakıldığında Aylak Adam‘da durum tam olarak böyle işlemez. Kahraman gezdiği sokakları iyi bir şekilde betimler ancak orası huzurlu olduğu yer değildir. İstanbul hakkında kullandığı “üst üste beton yapılar, otomobil sürüsü” (Atılgan, 2021, s. 20) gibi tanımlar onun yaşadığı yeri sevmediğine dair örneklerdendir. Hep hoşnutsuzluklarından bahsederek gezer ve okura da bu şekilde yansıtır. Bunun yanında flâneur için mahallesindeki herkes ailesi gibiyken Aylak Adam’da C’nin tanımadığı insanlar olduğundan sık sık bahsedilir: “Bu şehirde ne çok insan vardı! Acaba geçenlerden birini eskiden görmüş müydüm?” (Atılgan, 2021, s. 60). Anlaşılacağı üzere tanıdık suratlar yerine yabancılarla dolu bir yerde yaşadığını duyumsar. Bu bağlamda C. karakteri için tam anlamıyla flâneur niteliğine sahiptir denemez.
Aylak Adam’da birçok açıdan döngüler gözlemlenebilir. Bunlardan biri de C.’nin karşılaştığı kadınlardır. C.’ye göre gerçek sevginin tanımı şudur: “Bir kadın. Birbirimize yetebileceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın.” (Atılgan, 2021, s. 151). Gerçek olarak nitelendirdiği sevgiyi bulacağı kadını arar. İlk olarak karşımıza Ayşe karakteri çıkar. Gerçek sevgiyi onda bulamadığını düşünür ve ayrılır. Sonra karşısına gerçek sevgiyi bulacağı kişi olan B. çıkar ancak C. bu fırsatı kaçırır. Aslında C.’nin diğer korkularından biri de yaptığı seçimler neticesinde gerçek sevgiyi bulacağı kadını kaçıracak olmasıdır, tıpkı B. için ilk fırsatı kaçırmış olduğu gibi: “Çıkarılmadık ayakkaplara, şuraya buyuranlara, hatır sormalara rağmen gitseydim acaba kimleri görecektim?” (Atılgan, 2021, s. 22). İlkyaz bölümünde yine bir ikileme düşer. Güler’i takip eder, B. ile tanışma fırsatını yine kaçırmış olur. B.’ye neden ulaşamıyordu? Nihan Abir’e (2016) göre C.’nin B.’ye varmadan önce kendine dönmesi lazımdır. Bu da demektir ki C.’nin yüzleşmekten korktuğu babasıyla yani aslında kendisiyle yüzleşmesi gerekir. Kendisi gibi bir kadını arayan C. gerçekten kendisi gibi bir kadınla mutlu olabilir miydi? Aslında romanın mutlu sonla bitmemesi bu konu hakkında ipuçları veriyor. B. ve C. kavuşsalar gerçek sevgiyi göremeyecek olabilirdik. Çünkü C. henüz B.’ye dönememişti; ona varmadan önce dönmesi gerekiyordu. Bunun sebebi, C.’nin insanları kalıplara sokma olgusundan rahatsız olup yine de B.’yi bu kalıplar dahilinde eleştirmesidir. Bu da C.’nin daha kendi benliğini bulamamış olduğunun bir göstergesidir.
Kitap güz bölümüyle sonlanır. Nihayet aradığı kadını bulduğunu düşünen C. kadının otobüse binmesiyle onu kaçırır, yetişemez. Bir taksinin önüne atlar ve taksiciyle kavga eder. C. bu alaycı düzen yüzünden doğru kişi olduğunu düşündüğünü kadını kaybetmiştir. Yine kendi döngüsünde bulur kendini. Bu sistemden, insanların bu monotonluklarından nasıl bezdiğini bir kez daha anlar. Etrafında gittikçe artar kalabalık. Bu düzene boyun eğdiğini hissettiği için kendine kızar. Artık pes ettiğini hissettirir:
-Ne oldu? Anlat.
Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti.
Biliyordu; anlamazlardı. (Atılgan, 2021, s. 190)
Son cümlesi C.’nin tüm yaşamını özetler niteliktedir. Önce çabalamaya çalışır ama sonra bu düzeni de insanları da değiştiremeyeceğini kabullenir. Artık çabalamasına gerek görmese de yine de karşılaştığı en ufak olayda zihninden çözüm odaklı fikirler geçirmiştir. Tam da bu nedenden dolayı kitabın bu şekilde bitmesi bahsedilen döngünün bir parçası olabilir. Sonra tekrar kış, ilkyaz, yaz ve güz olacak. Kim bilir belki bu kısır döngünün bir noktasında B. ve C. de kavuşacaktır.
Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı modernizmin etkilerinin görüldüğü, metropolleşen kentin ve insanların arasında kendi benliğini bulmaya çalışan bir adamın hikâyesidir. Gerçek sevgiyi bulma arayışı dışında şahit olduğu her çaba onun için gereksizdir. Okura verdiği derin tasvirler ve bilinç akışı ile flâneur etkisi gözlemlense de tam anlamıyla flâneur denemez. Kahramanın kendi döngüsü içerisinde gerçek sevgiyi aradığı roman, okura da kendinden bir parça bulmuş hissi verir. Toplumsal kuralları ve değerleri reddederek kendi başkaldırısını yaratmasıyla kitabın en başında geçen “garip efsane söylersin” sözleriyle roman kendini tamamlar. Ders alınması gereken bu hikâye efsaneye dönüşmüştür. Bu nedenle alınması gereken en önemli mesaj belki de bu düzeni hiç değiştiremeyecek olmasına rağmen diğer insanların aksine hayatı sorgulayarak yaşamasıdır. Bu da onun çağının ötesine çıkmış bir karakter olduğunu gösterir. Bu bağlamda Aylak Adam modernist bir roman özelliği taşır denebilir.
Kaynaklar
- Abasıyanık, S. F. (2017) Lüzumsuz Adam. Lüzumsuz Adam. İş Bankası Yayınları.
- Abir, N. (2016). A.’dan Z.’ye C.’nin kadınları. MSGSÜ Sosyal Bilimler, (13), 30–35. https://dergipark.org.tr/tr/pub/msgsusbd/issue/46978/589550
- Atılgan, Y. (2021). Aylak adam. Can Yayınları.
- Balcı, Y. (2017). The loss of value of modern human or modernist manifesto three flaneurs: the man without qualities, the useless man, the idle man [Modern insanın değer kaybı veya modernist manifesto üç flaneur: Niteliksiz adam, aylak adam, lüzumsuz adam]. Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, 18(18), 33–41. https://dergipark.org.tr/tr/pub/ytea/issue/33099/368364
- Benjamin, W. (1995). Pasajlar. Ahmet Cemal (Çev.). Yapı Kredi Yayınları.
- Özkaya, E. (2019). Albert Camus’nün yabancı ve Yusuf Atılgan’ın aylak adam eserlerinde bilinç akışı. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 380–388. Tunç, G. (2018). İstanbul’da bir “yabancı”: Aylak adam’ın c.’si- a “stranger” in İstanbul: C. of aylak adam. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(23), 67–74. https://doi.org/10.20875/makusobed.403088