Zaven Biberyan, 13 Ocak 1921 tarihinde İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Eğitim hayatına Ermeni ilkokulunda başlayan yazar, lise eğitimini Saint-Joseph’de tamamlamıştır. Üniversiteden sonra Fransa’ya gitmek istese de Naziler onu Bulgaristan’dan Türkiye’ye geri yollamıştır. Askere gidene kadar Ermenice öğrenmeyen yazar, askerde geçen zorlu kırk iyi ayı içerisinde Ermenice’yi de öğrenmiştir (Eroğlu, 2021, s.243) Askerden döndükten sonra Ermeni gazetelerine yazmıştır. 1953 yılından sonra da edebi alanda ürünler vermeye başlamıştır. Yalnızlar (1964) eserini önce Ermenice yazmış (Lıgırdadzi, 1959) ama bir başkasının çevirmesini istemeyerek kendisi Türkçe olarak yeniden yazmıştır. Romanda olay örgüsü, İstanbul, Erenköy’de bir mahallede geçmektedir. Karşılıklı evlerde oturan biri Ermeni, bir diğeri Türk iki aile arasındaki iletişimsizliği ve mesafeyi gösterirken, aynı zamanda mahalle yaşamına odaklanan bir romandır. Realist bir yazar olarak bilinen Biberyan, haksızlığa uğradığını düşündüğü kesimleri savunmaktan geri durmamıştır. Metin boyunca etnik kimliğe ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ile sömürüyü anlatısallaştırmıştır. Bu bağlamda bu yazı, Zaven Biberyan’ın Yalnızlar romanında, Gülgün karakteri etrafında gelişen cinsel taciz ve ev içi emek sömürüsüne odaklanacaktır.
Zaven Biberyan’ın Yalnızlar metnindeki ev işlerini görmesi için evlatlık alınan Gülgün karakteri, evin içerisinde “öteki” olarak kabul edilen bir karakterdir. Ferhunde Özbay “Evlerde Elkızları: Cariyeler, Evlatlıklar, Gelinler” (2012) başlıklı makalesinde Türk edebiyatındaki kadınları iki kategoriye ayırmıştır: Bunlardan biri “el kızı” bir diğeri de “ev kızı”dır. El kızlarını Ferhunda Özbay “Özel alanda ötekileştirilenler, aileye kan bağı ile bağlı olmayan genç kızlar, hatta kız çocuklarıdır” ve “hem cinsel haz aracı -cinsel nesne- olarak kullanılan, hem de emeği sömürülen kadınlardır” şeklinde ifade etmiştir (Özbay, 2012, s.2). Metnin başından sonuna kadar Gülgün’ün hikayesini incelediğimizde emek sömürüsüyle beraber cinsel objeleştirmeyi görüyoruz. Metin Gülgün’ün sokağa çıktığında fiziksel özellikleriyle erkeklerin ilgisini çekmesi ve bundan hoşlandığını anlatmasıyla başlıyor. Bir “el kızı” olan Gülgün’le ilgili öğrendiğimiz ilk şey onun cinsel obje olan hali oluyor. “El kızları”nın aile içinde ötekileştirilmesine neden olan tabulardan biri “namus” kavramıdır. “Ev kızları”nın (“bizimki”lerin, hane içerisindekilere kan bağı ile bağlı olanların) namuslarını korumak şeref meselesiyken; “el kızları”nın (“öteki”lerin, hane içerisindekilere kan bağı ile bağlı olmayanların) cinsel objeler olarak toplumsal cinsiyet rejimi tarafından sömürülmeleri hanenin erkekleri tarafından doğal karşılanır. Metnin devamında buna kanıt olarak evin büyük oğlu ile Gülgün’ün arasındaki ilişkiyi öğreniriz. Gülgün’ün cinsel obje olma hali sadece dışarıda değil, evin içerisinde de devam eder. Gülgün bundan bir rahatsızlık duymaz hatta bu ilişkiden hoşlanır. “El kızları” genellikle cinsel dürtülerini kontrol edemeyen karakterler olarak temsil edilirler. Metinde de sık sık Gülgün’ün cinsel dürtülerini okuruz.
Metinde Gülgün aynı zamanda ev içi emek sömürüsüne de maruz kalmaktadır. Türk edebiyatında “evlatlık” karakterlerde sık sık karşılaşılan sömürü şekli ev içi emek sömürüsüdür. “Ev kızı” olan kadın karakterler, en güzel kıyafetlerini giyip keyif yaparlarken; “el kızları” en ağır ev işlerine koştururlar. Gülgün ev içerisinde ev sahibi Mübeccel tarafından sık sık sömürüye maruz kalır. Gülgün’ün ev hiyerarşisi içinde ne kadar aşağıda bulunduğunu görmek için duş alamamasını da ele alabiliriz. Duş alabilmek için önce evdeki herkesi beklemesi gerekir ve akşam sıra ona geldiğinde sular kesilmiş olur. Böylece duş alamaz. Mübeccel tüm gün en güzel kıyafetlerini giyip evde gezerken Gülgün en çirkin kıyafetleri giyip tüm gün temizlik yapar. Bununla beraber ev alışverişini yapmak için hep Gülgün gönderilir. Ailecek gezmeye gittiklerinde Gülgün onlarla beraber gidemez, ev işleriyle uğraşır. Kısaca Gülgün ev içerisinde birçok konuda sömürüye uğrayan ve değersiz olduğu çeşitli alanlarda hissettirilen bir evlatlık karakterdir. Ferhunde Özbay bu durumu “Ev içinde “bizden biri” olmak, kadınlar için çoğu zaman cinselliklerinin ve emeklerinin sömürülmesi karşılığında verilen bir ödüldür.” şeklinde açıklar (Özbay, 2012, s.3).
Eserde insanı derinden etkileyen bir gerçeklikle cinsel şiddeti ve sömürüyü okuyoruz. Gülgün’ün roman boyunca ev içine dahil olabilmek için veyahut kendi evine hanım olabilmek için kendinden ödün vermesine şahit oluyoruz. Bu amaç uğruna savaşan Gülgün’ün canice katledilmesini okuyoruz. Ferhunde Özbay bu durumu “Özellikle baş kahraman oldukları hikayelerde evlatlıklar hep sorunludur, kötü muamele görürler ve sonları da iyi olmaz.” şeklinde ifade eder (Özbay, 2012, s.4). Gülgün’ün sonu ve sömürüsüyle beraber onun Türk edebiyatının “el kızları”ndan biri niteliğinde olduğu kanıtlanmıştır.